Dr. Necdet Oral
1970’li yıllara kadar tarım ürünleri ithalatçısı olan metropol ülkeler, geliştirdikleri yeni teknolojilerin yanı sıra her türlü destekleme aracını da kullanarak, üretimlerini artırdılar. Önce kendilerine yeterli hale geldiler, sonra da üretim fazlaları oluşmaya başladı. Oluşan gıda stokları için yeni pazarlar gerektiğinden 1980’li yıllarda borç krizine giren azgelişmiş ülkelerin tarımsal kaynaklarını çökertmek ve pazarlarını ele geçirmek için yapısal uyum programları dayattılar. IMF ve Dünya Bankası patentli bu programları uygulayan ülkeler, kendilerini besleyemez hale gelerek net gıda ithalatçısı oldular.
1995 yılında DTÖ Tarım Anlaşması ile tarım politikaları tamamen değişerek tarımda şirketlerin hegemonyası kuruldu. Dünyada tarım plantasyonlar, sözleşmeli üretim, girdiler, gıda üretimi ve dağıtımı gibi mekanizmalarla çokuluslu şirketler tarafından kontrol edilmeye başlandı. Bu süreçte 5 şirket (Bayer, Corteva, ChemChina, BASF, Vilmorin) küresel tohum piyasasının yüzde 56’sını, 6 şirket (ChemChina, Bayer, BASF, Corteva, FMC, UPL) tarım ilaçları piyasasının yüzde 78’ine kontrol eder hale geldi. Öte yandan 4 şirket (ADM, Bunge, Cargill, Louis Dreyfus) dünya hububat piyasasının yüzde 75-90’ını elinde tutmaktadır.
Günümüzde dünyanın hiçbir yerinde çokuluslu şirketlerin girdi ve teknolojilerini kullanmayan ve onlara doğrudan ya da dolaylı olarak ürün satmayan hiçbir tarım işletmesi yoktur. Uygulanan tarım politikaları küçük ve orta ölçekli işletmeleri tasfiye etmekte, gıda üretimi şirketlerin kontrolüne geçmektedir. Örneğin Türkiye’nin buğday ithalatının üçte ikisini gerçekleştirdiği Rusya’da 61 şirket 14.2 milyon hektar tarım arazisinin sahibidir. Öte yandan uluslararası sermaye ve onun yerli taşeronları yüksek değerli ürünlerde kâr oranlarını yükseltmek için yeni bir emek sömürü biçimi olan sözleşmeli tarımı tercih etmektedirler.
1980’li yıllara kadar büyük ölçüde kendini besleyebilen bir ülke olan Türkiye’de, 24 Ocak kararlarının ardından uygulanan neoliberal politikalarla tarımı çökertme sürecinin temelleri atıldı. O yıllarda başlatılan “üreticiyi ithalatla terbiye etme” politikası, günümüzde çok daha vahşi biçimde uygulanmakta; arz eksikliği nedeniyle fiyatı artan her ürünün fiyatını ithalatla düşürme kolaycılığına başvurulmaktadır.
Çiftçinin en başta gelen sorunu yüksek girdi maliyetleridir. Türkiye tarımsal üretimin en önemli girdileri olan tohum, gübre, tarım ilacı ve mazot bakımından ithalata (çokuluslu şirketlere) bağımlıdır.
İthalatın dev boyutlara ulaşmasına paralel olarak tarım yazarları, politikacılar ve sivil toplum örgütleri “Türkiye’de çiftçiden esirgenen destekler ithalat yoluyla başka ülke çiftçilerine aktarılıyor” söylemini sık sık dile getirmeye başladılar. Bu argüman bir gerçeği mi dile yansıtıyor, yoksa maksadını aşan milliyetçi savrulma mı? Bu konuda görüştüğümüz çiftçi temsilcileri, iktisatçı ve akademisyenlerin görüşlerini sunuyoruz.
***
Yerli üretici desteksiz ve korumasız bırakılıyor
İktisatçı-Yazar Mustafa Sönmez: Tarım ürünleri ithalatı ile yabancı üreticinin desteklendiği argümanı, maksadını aşan milliyetçi savrulmalara yol açmaktadır. Yerli üreticinin desteksiz ve korumasız bırakıldığı biliniyor. Arz eksikliği fiyatları yukarı ittikçe, iktidarın yapabildiği ithalata başvurarak arz eksikliğini gidermektir. Elbette bu yolla ithal ettiği ülkenin ürününe pazar bulmasına katkı yapılmış oluyor, ama bunu, yabancı üreticinin desteklenmesi olarak okumak, hem ideolojik hem de gerçeğin ifadesi açısından sorunludur. Öncelikle, ithal ürünün küçük, hatta emeğiyle geçinen üretici tarafından mı üretiliyor, bilmiyoruz. Pekâlâ ithalat, tarım işçilerinin çalıştırıldığı büyük kapitalist çiftliklerden yapılıyor olabilir ki günümüz tarımında bu, hakim bir özelliktir. O zaman ürünü ithal edilen özne, “küçük üretici” değil, “kapitalist çiftçi”dir. Söylenmek istenen buysa ifadeyi böyle kullanmak gerekir. Anadolu üreticisi yerine yabancı tarım kapitalistlerinden ürün alıyorsunuz, onları desteklemiş olursunuz, söylenmesi gereken budur. İthal edilen yabancı küçük üreticinin ürünüyse bile, eleştiri “yabancı üretici” destekleniyor şeklinde yapmamalıdır. Söylenmesi gereken, “yerli kaynaklarımızı, toprağımızı suyumuzu, işgücümüzü kullanmak varken, bunları atıl tutarak niçin ithalat yapıyorsunuz, niçin ithalatı ikame edecek politikalara yönelmiyor, küçük üreticiye destek sağlamıyorsunuz” olmalıdır. Tersi söylem, yerli işçiyi yabancı işçiye, yerli küçük tarımcıyı yabancı küçük tarımcıya hasım yapmak, arada asıl hakim sınıfı göz ardı etmeyi getirir. Yerli üreticiye destek istemenin dili, söylemi dolambaçsız, doğrudan olmalıdır.
***
Tarım şirketleşiyor, çiftçilik tasfiye ediliyor
ÇİFTÇİ-SEN Genel Başkanı Ali Bülent Erdem: Türkiye giderek daha fazla tarım ürünü ithal eden bir ülke haline getirildi. İthalatta gümrük vergileri sık sık düşürülüyor. Hasat dönemlerinde bile yapılan ithalatla ürün fiyatları baskılanarak çiftçinin elinden daha ucuza alınmakta. Bu duruma muhalefet ederken “kendi çiftçilerimizi desteklemek yerine, başka ülkelerin çiftçilerini destekliyoruz” gibi gerçeği yansıtmayan ifadeler daha sıkça kullanılır oldu. Yakın zamanlara kadar kendine özgü ürün çeşitliliği ile önemli bir tarım ülkesi olan Türkiye’nin nasıl ve neden ithalata bağımlı hale getirildiğini, Dünya tarımının nereye gittiğini gör(e)memenin ifadesidir bu.
Dünyada tarım şirketleşmekte, çiftçiler tarımdan koparılmakta, çiftçilik tasfiye edilmektedir. Ülkemizde izlediğimiz bu tablo ABD’de de, AB’de de aynıdır. İthal edilen her ürüne yakından baktığımızda karşımıza küresel dev tarım ve gıda şirketleri çıkmaktadır. Ülke tarımı şirketleşirken büyüyen şirketlerin ortaklarına baktığımızda aynı küresel tarım ve gıda şirketleriyle karşılaşırız. Yani, biz kendi çiftçilerimizi desteklemediğimiz gibi başka ülkelerin çiftçilerini de desteklemiyoruz. Hem üretimle, hem de dış ticaretle daha büyük oranda küresel tarım ve gıda şirketlerinin kontrolüne giriyoruz.
***
Kazanan kapitalist tekeller oluyor
TÜMKÖYSEN Örgütlenme Uzmanı Sedat Başkavak: İlk bakışta üretimin artırılması ve ithalata ihtiyaç duyulmaması için üretici köylüye destek verilmiyor ve ithalata mecbur kalınıyorsa, ülke köylüsünün alamadığı destek ithalat yoluyla başka ülkelerden alınan ürünleri üreten köylülere gidiyor şeklinde kestirme bir görüş dile getiriliyorsa da gerçek bu değildir.
Bir yanda on binlerce dekar arazide pek çok tarım ürünü üreten işleyen şirketlerin bununla da yetinmeyip dünya genelinde sözleşmeli üreticilik ile milyonlarca çiftçiyi (kendi tarlasında) işçi haline getirildiği bir süreçten geçiyoruz. Diğer yanda ise ürettiği ürün üzerinde hiçbir söz hakkı olmayan ve serbest piyasada emeği sömürülen küçük üretici köylüleri görüyoruz. Hal böyle olunca dünyanın neresinde olursa olsun üretici köylülerin ürettiği üründen yüzünün gülme şansı kalmamaktadır. Örneğin Karadeniz’deki fındığın fiyatını üreticiler değil, ihracatçılar belirlemekte; fiyatlar en çok maliyetin birkaç lira üzerinde olmaktadır. Bu durumda emeği sömürülen fındık üreticisi ürününü yok pahasına satarken, ihracatçılar ve çikolata şirketleri kârlarına kâr katmaktadır. Bu durum domatesi Rusya’ya satılan Akdenizli çiftçiler için de, buğdayı Rusya’dan Türkiye’ye satılan çiftçiler için de geçerlidir. O nedenle hangi ürün ithal edilirse edilsin kazanan kapitalist tekeller ve onların yerli işbirlikçileri olurken, kaybeden üretici köylü/çiftçi olmaktadır. Çiftçiye verilmeyen destekler ithalat yoluyla başka ülkelerin çiftçilerine değil, ithalatı yapan şirketlere gitmektedir.
***
Temel gıda üretimi devletleştirilmeli
Doç. Dr. Nevzat Evrim Önal: “Tarım ürünü ithalatı yapmak, kendi çiftçimize vermediğimiz parayı başka ülkelerin çiftçisine vermektir” görüşüne katılmıyorum. Örneğin buğday ithalatının Rus çiftçisine destek anlamına gelebilmesi için, söz konusu ülke çiftçisinin gelirini oransal olarak yükseltmesi gerekir. Dünya çapında buğday fiyatları hızla yükseliyor, ancak bunun nedeni kuraklık kaynaklı üretim daralmasıdır. Fiyatlar yükselirken tekelci şirketlerin değil de çiftçinin kazancının yükseliyor olması kapitalist piyasanın işleyişine aykırıdır. Rusya, iç piyasada buğday fiyatları yükselmesin diye ihracat kısıtlamaları getiriyor ve Rus çiftçileri bu durumdan mutsuz.
AKP temel gıda fiyatlarının yükselmesini frenlemeye çalışıyor, çünkü bunun üzerinden oy kaybediyor ve bu başlıkta toplumsal gerilimin yükselmesi riski görüyor. Ama bu ortamda “ithalat yapmayın, yerli çiftçi kazansın” argümanı politik açıdan yanlıştır. Yerli çiftçinin kazanması gıda fiyatlarının yükselmesi pahasına talep edilemez. Çiftçinin buğday üretiminden kaçışı yalnızca kötü politikaların değil, piyasanın işleyişinin doğal bir sonucudur. Eğer ithalat yapılması istenmiyorsa, doğrusu temel gıda üretiminin devletleştirilmesidir. Bugün gelinen noktada dünya çapında temel ihtiyaçların piyasa mekanizmalarıyla karşılanması büyük tehlikeler yaratmaktadır.
***
İthalat büyük şirketlere yarıyor
Prof. Dr. Tayfun Özkaya: Bu ülkelerden yapılan ithalat o ülkelerin çiftçisine destek olmamakta, büyük gıda şirketlerine yaramaktadır. Bu ülkelerdeki destekleme Türkiye’dekine benziyor, ama daha yüksektir. Yani çiftçi eline geçen fiyatları etkilemeyecek şekilde yapılmaktadır. Şirketler çoğu üründe (mısır, soya, buğday vb. sermaye, makine yoğun ürünlerde) ABD ve AB ülke çiftçilerinden çoğu zaman maliyetin altında satın alıp, ihraç etmektedirler. Devlet destekleri çiftçileri zorlukla kâra geçirebilmektedir. Ayrıca büyük çiftçiler ve tarım yapan şirketler devlet desteklerinden daha çok yararlanmaktadırlar. Kısacası Türkiye’nin ithalatta gümrük vergilerini düşürerek yapılan ithalattan o ülkelerin çiftçileri değil, tarımsal ürün alan, isleyen, satan şirketler yararlanmaktadırlar.
***
Şirket kime, nasıl ürettiriyor, bakılmalı
Prof. Dr. Bahadır Aydın: Siyaseten (politikacılar açısından) diğer ülke çiftçisinin desteklendiği söylenebilir ama o ülkede üreticilerin kim olduğunu hangi yöntemlerle ürettiğini ortaya koymadan analiz çok doğru değildir. Sözleşmeli üretim yapılan ülkelerde asıl şirketin niteliği anlamında söylüyorum. Şirket kime ürettiriyor ve nasıl ürettiriyor bakmak gerekir. Evet çiftçiye ürettiriyor, kendi yerli ortakları üzerinden, sözleşmeli üretim ile. Bu üretim modelinde yaratılan değerin nasıl bölüşüldüğü açık. Düzce’de (Philip Morris) Amerikan tütünü üretildi aynı modelde. Üretilenin önemli bir kısmı ihraç edildi. Düzceli çiftçi üretti, iflas etti ama ihracatı yapan firmalar kazandı. Yani destek çiftçiden çok üretim yaptıran şirketlere gitmiş oluyor.
Birgün